
İliklerime Kadar Donduğum Bahar Gününde Gözlük ve Fotoğraf Hikayem
Metin Turanlı
Seydo abi, hele bir çay, dedim.
Hafif kamburca, başı namaz takkeli, dişleri sigaradan kahverengileşmiş adam çayı elime tutuşturdu. Baharın soğukluğu, kıştan beterdir dedi. Paltonu satmayaydın iyiydi.
Yarı dönemde geldiğim Isırça’da 10. ayımı dolduruyordum. Neredeyse bir yıl olacak. Bu sürede esnaftan tek tanıdığım ve dost olduğum kişi kahveci Seydo’ydu.
Başını yukarı kaldırarak, Çık dedi. Ama şipşakçı var. Hava soğuk ya… Buraya domino oynamaya gelir. Tüm kasabanın resmini o çeker.
Bu boktan yerde kalacak değilim. Sürekli buradan kaçmanın yollarını arıyordum. Hastaneden artık rapor da alamıyordum. Verseler de 1-2 günlük rapor işime yaramazdı.
Annem, bir hemşire kız bulmuştu. Kız çok güzel değildi ama farklı bir çekiciliği vardı. Meydan pastanesinde tanışıp çayımızı içerken:
Evlensek iyi olur. Siz buradasınız diye ben de tayinimi buraya aldırtırım, demiştim.
Bardağı bırakıp yüzüme uzunca bir süre baktı: Ben kalkayım. Nöbetten yeni çıktım. Eve gidip biraz uzanmak istiyorum, demişti.
Bir daha aramamış; görücülüğümüzü yapan kadına da, Bu adam zevzeğin biri. Evliliği, yuva kurmak için değil, tayin olduğu yerden kurtulmak için istiyor, demiş.
Annem başını iki yana sallayarak, Saçmalama oğlum. Sonrası düşünülmeden evlenilir mi? Deyip hemşireye arka çıkmıştı.
Gelen mektupta babam, Ankara’ya gidip memleketin mebusunu görecekmiş:
Bir fotoğrafını da gönder, bir de dilekçe yaz. Senin adına konuşayım, diye yazmış.
Yanlarına gitmedim. Oyunlar yaklaşık bir saat sürdü, biri dışında üçü ayaklandı ve dışarı çıktılar. Ben de peşlerinden çıktım. Belediye Ulucami ve postanenin olduğu meydana girdik.
Eski kalpaklara benzeyen, kulakları örten diğer adam, “Isırça Hatırası” yazan siyah örtünün önünde duran üç ayaklı fotoğraf makinesini hedef aldı. Minderini bacaklarına vurarak tozlardan arındırdı.
Ben şipşakçıya yönelirken, biraz ileride tekerlekli bir arabada ayna, fırça, çakmak, cımbız ve gözlük benzeri şeyler satan adam ona seslendi: Demin bir kadın geldi. Resim çektirecekmiş. Artık yarın gelirim dedi.
Karakalpaklı şipşakçıya: Vesikalık çektirecektim, dedim.
Ağzından sigarasını düşürmeden baştan aşağı beni süzdü: Bu hâlde mi?
Ne varmış halimde? dedim.
Göz altların mor, saçın başın dağınık, kravatın lekeli. Ben böyle resim çekmem. Git, üstünü başını düzelt, öyle gel dedi.
Sandalyeye oturdum. Serin havada daha çok üşüyordum. Eğilip bükülmüşüm.
Dik dur, dedi ayaklı kameradan örtü altından bana bakan adam.
Çirkin çıkacaksın, haberin olsun, dedi.
Ceketimin üst düğmelerini ilikleyip kravatımı düzeltmeye çalıştı.
Gözlük taksan iyi olur, dedi.
Gözlük kullanmıyorum, dedim.
Bak, ben her resmi evlilik cüzdanına koyacakmışsın gibi çekerim. Bir iş yapacaksak, bırak iyisini yapalım.
Çakmak ve cımbız satıcısına seslendi: Elinde gözlük var mı?
Kar camlısı var, dedi.
Camlarını sökersin?
Bakarım, dedi adam.
Bir ay geçmeden tayinim Bandırma’nın bir köyüne çıktı. Köye gitmeden yol iznimde eve uğradım. Babam: Ne güzel resim çekmişsin öyle, dedi.
Mebus efendi: Pırlanta gibi çocuk, ziyan olmasın, alalım bu tarafa, diye Bakanlık Müsteşarını aradı.
Ben o gözlüklü fotoğrafla yine görücü usulü evlendim. O fotoğrafla ehliyet aldım. Resimler tükendikçe araplarını çoğalttım. Gözlük taktım, kendime özen gösterdim, hayalim ve saflığım leke görmesin diye durulandım, daha sakin, hoşgörülü ve eğitimli olmaya çabaladım.
İşini iyi yapan biri ve bir gözlük, beni; bana, sevdiklerime ve topluma kazandırdı.
12 Nisan 1958 — Bereketli Köyü / Bandırma
Metin Turanlı