Hayat böyle bir şeydi. Bu sıralama hiç değişmedi. Elbette bakış açısına göre renkli ve güvenli bir hayatta denebilir. Ama bir sabah ki o, ayrıldığınız sabahtır.
12 Eylül 2014 - 0:47 'de eklendi.
Boz burun bize yaklaşık 45 dakika uzaklıkta.Datça da tekne yokmuş gibi Boz burun’dan denize açılacağız.
Ben, Sedo, Aziz. Bir de bizi teknesine davet den Porno Refik.
Ben pastaneden poğaça ve açmaları aldım. Akşamdan rakı ve biraları almıştık zaten. Boz burun çıkışın da, Söğüt yolunda Porno bizi bekliyor. Elbette küfürlerle. Yanında biri daha var. Tanıştırıyor bizi. Gözcüymüş. Gemici diye düşünüyorum.
Beş buçuk gibi denizdeyiz. Ben salataları söğüş doğruyorum. Gözcü çayı koymuş. Sedo, masayı kuruyor. Hepimiz bir işin ucundan tutuyoruz.
Tekne, yaklaşık 10 metre boyunda, tek ve büyük kamaralı bir tekne. Beş yıldır Refik abimizdeymiş. ‘’Allah’tan bu tekneyi aldım’’ diyor gülerek.
–O kadar çok masraf çıkarıp, o kadar çok vaktimi alıyor ki; kimseyle uğraşacak zamanım kalmıyor. Bu tekneyi satsam var ya, kesin Boz burun halkı aralarında para toplayıp bana yenisini alırlar. Aslında fena da olmaz hani.
Ne dersiniz satsam mı?
Aziz ‘’Kıyamazsın sen ‘’ diyor.
–Buna verdiğin emeği ben biliyorum. Üstelik doğal bir rehabilite be oğlum.
Ben de ‘’Refik abi,her zaman kızacak bir şeyler bulur ‘’ diye ortalığı fişekliyorum.
‘’ Hakkaten ‘’ diye ekliyor Aziz.
–Ne şanslı adamsın oğlum sen. Aksi ve küfürbaz adamın tekisin. Ama kendini nasıl pazarladıysan, bilge ve filozof diye bahsediyorlar senden. Ben bilirim senin bilgeliğini. Alayı belden aşağı..
Refik abi, keyifli. Bir eli dümen de, diğeriyle de çayı kavramış cevap veriyor.
–Eeee, Aziz kardeş! Kiminle aşık attığını unutmayacaksın.
Akşama kadar bu şekilde atışarak balık avlandı, uyundu, denize girildi, spordu-siyasetti ucundan girildi, sonu getirilemedi .Ve tabii içildi.
Sonra dönüşe geçildi. Bu sure zarfında daha günlük ve daha gerçek şeylerden söz ediyoruz. Son şişeyi paylaşıyoruz. Haftaya tekrar çıkalım deniyor.
Sedo,’’önümüzde ki hafta İstanbul’a gideceğini’’ söylüyor. Açıklama getiriyor;
–Bizim oğlan, rahatsızlanmış. Hergele doktora falan da gitmiyor. Hanım la bir görelim şunu diyoruz.
Aziz, ‘’neyi olduğunu ‘’soruyor.
-Tam emin değilim. Diyor.
–Cildinde yaralar varmış. Bir taraftan da halsizim diyor. Ama hasta olmazsa söylemez bilirim. Hele tez hazırlarken mümkün değil böyle bir şey söylemez. Görmesi de bozulmuş. Sabahlara kadar çalışıyor tabii.
–Gitçen abi. Git sahip çık oğlana.
Bu da Refik abi’nin nasihatı.
Sedo, cildindeki yaralara takılmış. Turistlerle falan mı yattı ne?
Uzun süredir servis yapmayıp bizimle demlenen Gözcü konuştu.
–Yaralar neredeymiş? Genital bölgede mi?
Sedo,
–Genital? Ha..Evet. evet. Hayalarında. Yoksa annesine de söylerdi.
Gözcü önünde ki gazete kağıdına bakarak soruyor
–Ağzında yaralar veya ağız kuruluğu falan?
Sedo, bilmiyor. Sivilce gibi ağzının içinde bir şeyler varmış ya, annesi vitaminsizlikten diyormuş. Kendine bakmıyor diye düşünüyormuş.
Gözcü,
–Okuyamadığını da söyledin ya. Cildiyeyle beraber bir de göz doktoruna gösterin.
Diyor.Refik abi de dümenden sesleniyor.
–Gözcü,ne diyorsa yapın.
Ne ilgisi var dediğimizde de, Gözcü emin olmadığını ama Behçet hastalığı olabileceğini söylüyor.
Sedo’ yu rahatlatmak içinde korkulacak bir şey olmadığını ama, uzun bir tedavi gerektireceğini de ekliyor.
Tekne Boz burun’a doğru yol alırken biz ilk defa gözcü lakabı üzerinde düşünmeye başlıyoruz. 68 yaşında Refiğin tekne arkadaşı bu abimiz lakabı nasıl aldığını anlatıyor.
Kırşehir devlet hastanesinde 95 yılına kadar göz doktorluğu yapan bu abimiz eşinden boşanınca mesleğinden de boşanıyor. Hatta Kırşehirden de boşanıyor. Çocuklarının da kendine ihtiyacı olmadığını düşünerek bir çocukluk arkadaşının yanına Trabzon’a yerleşiyor. Beraberce balıkçılık yapıp gün geçiriyorlar. Belli ki bu hikayeyi bizler gibi ilk kez dinleyen Refik abi, ilgiyle soruyor.
–Hanım çok mu güzeldi lan? Ya da çok mu seviyordun da, boşanınca dünyaya küstün?
–Yok be abi. Ben alışkanlıklarımı seviyormuşum. Bir sabah kalktığımda evde beraber kahvaltı edecek kimseyi bulamayınca işimi de sevmediğimi anladım.
–Nasıl yani?
Bu da Aziz’in sorusu.
Ya, kalkarsın. Elini-yüzünü yıkarsın. Kahvaltı edersin. Arabaya binersin. İşe gidersin. Böyle işte. Hayat böyle bir şeydi. Bu sıralama hiç değişmedi. Elbette bakış açısına göre renkli ve güvenli bir hayatta denebilir. Ama bir sabah ki o, ayrıldığınız sabahtır. Bu sıralama değişince, her şey değişti. Eşimi seviyordum. Ama benim bu alışkanlıkları edinmeme sebep te oydu. O sabah kahvaltı yapmadım. TV açtım. Üç gün boyunca evden çıkmadım. Çıktığımda da doğruca Trabzon’a, çocukluk arkadaşımın yanına gittim. 2003’e kadar orda kaldım. Sonra da burdayım işte.
Refik abi’nin sitem ve azar dolu sözlerinden sonra hiç konuşmadan limana kadar geldik.
Ulan hergele! Yemişsin güzelim hayatı. O çocukluk arkadaşın olacak puştla sabah-akşam denize açıldın. Balık avladın. Bu alışkanlık değil mi?
Beynini ..timin gözcüsü!
Metin Turanlı
ÜNİVERSAL GÖZLÜK SAAT OPTİK ÜRÜNLERİ SANAYİ VE TİCARET AŞ’YE...
Optik ve gözlük sektörünün uluslararası ölçekteki en önemli ...
Antakya Yayladağı’nda öğrencilere Beta Optik tarafından ücre...
Türkiye’ nin optik dijital dergisi, Tüm cihazlarda erişilebi...
"Mal ve Hizmetlere Uygulanacak Katma Değer Vergisi Oranların...
Kurum ile Bankaların protokolleri sona erdiği için artık ban...
Thélios azınlık hissesi planlarken, kalan hisseler kreatif d...
Sağlık Bakan Yardımcısı Doç. Dr. Şuayip Birinci, yapılan bir...
Nemrut taş heykellerinden birine sanal ortamda giydirdiğimiz...
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Büyük Önder Mustafa Kemal A...