BIST 100
10.565,74 -0,59%
DOLAR
42,2668 -0,01%
EURO
49,1330 -0,23%
GRAM ALTIN
5.551,47 -1,86%
FAİZ
40,24 0,10%
GÜMÜŞ GRAM
68,85 -3,15%
BITCOIN
96.405,00 1,50%
GBP/TRY
55,6866 -0,25%
EUR/USD
1,1621 -0,10%
BRENT
64,39 2,19%
ÇEYREK ALTIN
9.076,65 -1,86%

Bir Hafta sonu

18 yıllık evlilikten sonra eşinden ilk kez ayrı geçen bir haftayı, çocukluk anıları, özgürlük duygusu ve sürpriz bir deniz gezisi üzerinden samimi bir dille anlatan içsel bir yolculuk.

sahil

Çocukluğumun çizgi filmlerinden bir görüntü aklımda kalmış.

Çiftlikte bağlı bir köpek vardır. Sürekli ipini kırmaya çalışıyordur. Bir gün, bir şekilde ipini kırar ve hızla koşmaya başlar. Koşar, koşar, koşar… Ufuk çizgisine dek koşar, gözden kaybolur. Bir sonraki karede kulakları yere eğik şekilde süklüm püklüm geri döndüğünü görürüz. Gidecek yeri yoktur, özgürlüğe alışık değildir.

Aynı ruh halini yaşıyorum. Kolay değil. 18 yıllık evlilikten sonra uzun süredir ilk kez 1 hafta ayrı kalacağız. Neredeyse günün 24 saatini beraber geçiren bir çift olarak bu sefer işleri bahane ederek, eşimi oğlumun yanına yalnız gönderiyorum. Çok özlemiş de, bir gidip baksa iyi olurmuş, ortalığa bir kadın eli değmiş falan diye. Belki onun da kafa dinlemeye ihtiyacı vardır. Ne bileyim? Gel diye de çok ısrar etmedi hani. Ya da ısrar etti de ben, yalnız kalırsam yapacaklarımı planlamakla meşgul olduğum için dinlememiş olabilirim. Her akşam dışarı çıkacağım, kahveye, meyhaneye gideceğim, uzun süredir görüşmediğim arkadaşlarla görüşeceğim, dışarıda yemek yer, evlilik öncesi yaşadığım gibi özgür ve tasasız yaşarım diye düşünüyordum.

Pazartesi, bekarlığımın ilk günü. Böyle bir zindelik hissiyle uyandım. Her zamanki gibi dükkanda 2 poğaça ile kahvaltı yaptım. Akşama kadar keyifli ve eğlenceli bir gün geçirdim. Eğlenceli dediysem her günkünden farklı hiçbir şey yapmadım. Yine dükkandan dışarı adımımı atmadım, yine bilgisayarda oyun oynadım, yine 1-2 müşteriye bakma dışında hemen yapıp verebileceğim gözlükleri ertesi güne erteledim. Ama dedim ya, sebebini bilmediğim bir coşku var içinde. Bu coşku akşama kadar sürdü. Dükkanı kapatmaya yakın bir durgunluk geldi üzerime. Öncesinde şuraya takılırım, buraya giderim diye planlar yapan ben, dükkanı kapattıktan sonra farkında olmadan evin yolunu tutuyorum. Esin’in önceden yaptığı yemekleri ısıtırken buluyorum kendimi.

Pandemi den sonra böyle oldum. Öncesinde yine arada bir kahveye falan giderdim. Pandemiyle beraber güvenlik sebebiyle zorla evde kaldığımı düşünüyordum. Hiç de öyle değilmiş. Ya da öyleydi de pandemi bende alışkanlık mı yarattı? Dükkan ve ev dışında bağımsız bir hayatım kalmadığını anlıyorum. Kimbilir belki de ev dışında kendimi özgür veya daha önemlisi güvende hissetmiyorum. Trafiğinden, motorcusundan, ağırlaşan hayat koşullarından sinirli ve her türlü kötülüğü yapabilecek bir toplum mu olduk? Haberlerde de gördüğümüz tüm gasp, cinayetler, gündelik haberler mi beni bu psikoza sürükledi?

Her neyse. İnternetim, televizyonda izleyecek bir maçım, önümde de 2 kadeh rakım varsa evim dünyanın en güvenli ve özgür mekanı. Dost sesi duymak istersem de telefon elimin altında. Zaten tüm arkadaşlarım da bilir ki, içince, dilim dolaşmaya başlayınca rehberde kim varsa gece şu saat demem ararım. Onlar da alıştılar artık.

Belki de böylesi daha iyi. Yaşımızı başımızı da aldık. Çok da zorlamamak lazım bazı şeyleri.

Eşimin olmadığı 1 haftayı böyle, dükkan ve ev arasında geçirdim. Bu cumartesi günü de böyle yapacaktım ki, öğle saatlerinde Mehmet Kuzeyli abi geldi. Uzun süredir ortalıkta yoktu. En son yaz başında görmüştüm. 80 yaşlarında, ara ara dükkana uğrayıp eski gözlüklerin bakımını, ayarını yaptıran bu adamı, nereden ve nasıl tanıdığımı da bilmiyorum. Daha bir gözlük satmış lığım yok adama, ama tatlı dilli, ağzı iyi laf yapan; bu adamın dükkanda kadın kız yoksa yakası açılmadık küfürlerle, erotik fıkralarına şahidim. Teknesi olduğunu biliyorum. O da şurdan, her seferinde:

“Ya Ozancığım, bir oturamadık senle deniz içinde. Bir ağırlayamadık seni bizim fakirhane tekne de” der dururdu.

Al işte. Tam da zamanı. Yarın tekneyi karaya çekeceklermiş. Birkaç arkadaşı ile sezonu kapatacaklarmış. Madem ben de müsaitmişim, tavuk gibi evde oturmakta neymiş? Hadi gelseymişim ya!

Monoton geçen bir haftayı renklendirmek, hanıma döndüğünde “Bak benim de dışarda bir hayatım var, şöyle şöyle yaptım” diyebilmek için,

“Tamam Mehmet abi” dedim. “Ama bir şartla. Akşam için benim de bir katkım olsun. Ne gerekiyorsa ortak olmak isterim.”

“Orası kolay Ozancığım” dedi. “Zaten 4 ya da 5 kişiyiz. Ben de tavuk, mantar var. Rakı zaten var. 1 kilo barbun ya da tekir yeter” dedi. Dışarı çıktı, sonra geri döndü.

“Migros’tan ithal kalamar alacaktım. Şimdi oraya kadar gitmeyeyim. Sen alırsın?”

“Elbette alırım abi” dedim.

Dükkanı kapatmama yakın, Mehmet abi yine aradı:

“Ya Ozancığım sana zahmet olacak ama, 1 kilo da küşleme ya da döş alsan? Bakarsın balık yemeyenler olur…”

“Olur abi” dedim. Ama biraz da bozuldum. Bir akşam sohbeti uğruna kullanılıyormuş gibi bir duyguya kapıldım. Bu adam haftalık nevaleyi mi bana yükletecek?

Marinaya geldim, elimde poşetle Zahran 1 teknesini arıyorum. Uçtan uca bir dolaştım, tekne yok. “Ulan ekildik mi?” diye düşünürken, gençten üzerinde Zahran 1 yazılı beyaz bir tişörtlü genç yolumu kesti.

“Ozan bey di mi?” dedi. Kafayı salladım. “Mehmet bey sizi bekliyor” deyip bir bota bindirdi. Limandan biraz açıkta, alarga duran lüks bir gemiye yöneldik. Ben 8-10 metrelik basit bir tekne beklerken, 35 metre olduğunu sonradan öğrendiğim Zahran 1’in büyüklüğü karşısında şaşkınım. Gözümde büyüttüğüm masraflar, zihnimde küçüldü. “Keşke biraz daha bir şeyler alsaydım, kuruyemiş falan gibi” diye düşünüyordum ki, gemiden bir el uzandı. Mehmet Kuzeyli, kahkahayla:

“Gözlerinizi 4 açın beyler, gözlükçümüzde geldi” dedi. Samimiyetle sarıldı, öptü, elimdeki poşeti mürettebata verdi. Eli omzumda masaya götürdü.

“Sizden iyi olmasın, niye olmasın? Olsun lan. Sizden kötü olsun anasını satayım. Buradaki en kral arkadaşım Ozan” diyerek masadakilere tanıştırdı.

Geminin lüksü ve büyüklüğü karşısında ben iyice küçülmüşüm. Doğrusu ya, Mehmet Kuzeyli abi’nin bu kadar zengin ve mütevazi olduğunu bilmiyordum. Benim “Abi… abi…” dediğim adam basit bir emekli değil, bu ve bundan büyük 5 tane daha yatı olan adammış. Sofra arkadaşları da onun yaşıtı ve aynı sınıftan insanlar. Biri en şişman olanı Türkiye’nin en büyük tekstilcisi, diğeri enerji sektöründe rüzgar tribünleri distribütörü; şimdi güneş panellerine de girmişler. Bir tane Kuzeyli abinin yancı olduğu çok belli bir çocukluk arkadaşı, bir diğeri sık sık saçlarını arkaya atan Ankara’da etkin bir avukat.

Dükkan da bu adamla ne rahat konuşuyordum. Şimdi dilim ağzımda kaybolmuş gibi. Sınfsal ayrılıklar dilimi bağlamış. Gözlükle ilgili sordukları şeylere ancak “evet” ya da “hayır” diyebiliyorum.

Benden önce içmeye başlamış adamların yanına oturdum. İş hayatı ve ekonomi ile ilgili konuşmaları, kültürel dedikodulara yöneldi. Sonrası burada yazamayacağım siyasi konuşmalar… Sonrasında da tüketilen içki sayısına paralel düşen seviye… Sohbet, bir gecekondu kahvehanesinde rastlayamayacağım seviyesizliğe ulaştı. Alışık olmadığım bir çevredeyim. Herkesin gündelik yaşamlarında konuşmadıkları şeyleri burada dile getirmelerinden niye rahatsızım anlamıyorum. Herkesin iki yüzü vardır. Ben de herkesle aynı şeyleri konuşmuyorum. Uzun bir sessizlikten ve dillerimizin karışmasından vazife çıkaran yancı abi, bir sofra yöneticisi olarak garson bir denizciye:

“Çağrı oğlum, meyve zamanı gelmedi mi? Küçült masayı” dedi.

Çağrı boşları topladı. Mehmet Kuzeyli abi de, ellerini göbeğinin üzerinde yukarı aşağı sallayarak bir işaret yaptı. Biraz sonra kaptan bir gitar getirdi. 5 parmağında çok hüner olan Mehmet Kuzeyli, gitarı eline alarak:

“Gecemizi taçlandıralım beyler!” dedi.

Tanju Okan, Ömür Göksel ile başlayan şarkılarımız, Tarkan, Sezen Aksu, Grup Gündoğarken ile devam edip Ezginin Günlüğü ile sürerken, birden devrimci şarkılara yöneldi. Çav Bella, Güneş Topla Benim İçin, Başın Öne Eğilmesin, Aldırma Gönül Aldırma…

5 milyon dolarlık tekne de, hepsi 70 yaşın üzerinde, çoğu başı bandanalı, kulakları küpeli (eminim bir kısmı metropole vardıklarında mıknatıslı küpelerini çıkarıyorlardır), ülkenin ekonomik hayatında söz sahibi bu insanlar emekçi insanların şarkılarına da göz koymuşlar.

Ruhi Su, Sabahattin Ali, Aşık Mahsuni, bu şarkıları onlar için yazmamıştı. Milyon dolarların konuşulduğu bir sofra da “işçi isen işçi kal, giy dedi tulumları” daha önce de söylenmiş miydi? Yoksa bana mı denk geldi?

10 Yıl Marşı ile eve yollanırken, müzikten de soğudu mu anlıyorum.

 

Metin Turanlı

Reklam

YORUM YAP

Yorum yapabilmek için kuralları kabul etmelisiniz.

Henüz bu içeriğe yorum yapılmamış.
İlk yorum yapan olmak ister misiniz?

Ekim 2025

Ekim 2025

Eylül 2025

Eylül 2025

Agustos 2025

Agustos 2025

Temmuz 2025

Temmuz 2025

Haziran 2025

Haziran 2025

Mayıs 2025

Mayıs 2025

Optisyenin Sesi Reklam