Kızılderililere dair olumlu bir bakış açısına sahip olsa da ister istemez onları karikatürize etmiş ve insanlarda “iyi, erdemli ancak gerçek olmayan” bir kültür algısı oluşmasına sebep olmuştur.
10 Şubat 2021 - 13:34 'de eklendi.
BÜYÜK RUH’UN ÇOCUKLARI – DOĞANIN GERÇEK DOSTLARI: KIZILDERİLİLER
“Bir keresinde Victoria’daydım ve çok büyük bir ev gördüm. Bana bunun bir banka olduğunu ve beyaz adamların paralarını ilgilenilmesi için oraya yatırdıklarını ve zamanla faizle geri aldıklarını söylediler. Biz Kızılderili’yiz ve böyle bir bankamız yok; ama bol miktarda paramız veya battaniyemiz olduğu zaman, diğer şeflere ve insanlara veririz. Onlar, yavaş yavaş onları bize geri verirler ve kalbimiz iyi hisseder. Verme şeklimiz bizim bankamızdır. “1
Kızılderililer, günümüzde hemen hemen her insan tarafından gerek Amerika’nın keşfi ardından katledilmeleri ve kültürel soykırıma (enocide) uğramaları ile gerekse doğa olan saygıları ve alışılmışın dışındaki kültürleri ile bilinmektedir. Ancak bu bilgi ne yazık ki çoğunlukla Kızılderilileri anlatan birtakım çizgi roman, çizgi film ve sinema filmine dayanmaktadır. Her ne kadar bu görsel araçlar ile Kızılderililer, Eski Dünya insanlarının onları katletmesinden onlarca yıl sonra hatalarını anlayıp onların kültür ve inançlarının etkileyiciliğinin farkına varmış olmaları sebebiyle Kızılderililere dair olumlu bir bakış açısına sahip olsa da ister istemez onları karikatürize etmiş ve insanlarda “iyi, erdemli ancak gerçek olmayan” bir kültür algısı oluşmasına sebep olmuştur. Bu durum da Kızılderili kültür ve inançlarını ciddi bir biçimde değerlendirip onlardan ders almamızı ve kendimizi bu yönde değiştirmemizi engellemiş hatta istemsizce de olsa “Bu kadar iyi, doğaya saygılı ve erdemli olmanın sonu Kızılderililer gibi katledilmektir.” alt mesajını zihinlerimize işlemiştir.
Bu sebeple Kızılderilileri, onların kültür ve inançlarını, hayat görüşlerini, Antik Yunan medeniyet ve düşüncesinde olduğu gibi ciddi bir biçimde ele almak bu insanların hayata bakış açılarından insan, toplum ve insanlık olarak gerçek anlamda çok şey kazanmamızı sağlayacaktır.
ADLANDIRILMALARI
“Son Irmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde, beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak”2
Kızılderililer denince akla gelen ilk tarih 12 Ekim 1492’dir. Bu tarih Kristof Kolomb’un Amerika’yı keşfettiği tarihtir. Aynı zamanda biz Eski Dünya insanları için Kızılderililerin ortaya çıktığı tarihtir. Ancak tabi ki bizim daha öncesinde onların varlığından haberdar olmamamız, onların binlerce yıldır Amerika’da var oldukları gerçeğini etkilemiyor. Kızılderili, Avrupalılar Amerika’yı keşfetmeden önce bu kıtada yaşayan Eskimolar hariç tüm toplulukları ifade ediyor. Kızılderili (Red skin) kelimesi günümüzde Amerika’da ayrımcılık kabul edildiği yalnızca argo olarak kullanılan bir kelime. Bu kelime, Kolomb’un Amerika’yı keşfettiğinde bazı kabilelerde vücudu “bixa orellana” tohumlarıyla kızıl renge boyama geleneği olmasından geliyor. Bu insanları ifade eden diğer bir isim ise “Indian”. Hint anlamına gelen bu kelime Kolomb’un Amerika’ya ilk ayak bastığında burayı Hindistan sanmasından kaynaklanıyor. Günümüzde Kızılderilileri anlatmak için çoğunlukla “Native American” (Amerika yerlisi) ya da “American Indian” ifadeleri kullanılıyor. Ülkemizde Kızılderili kelimesinin kullanımının yerleşmiş olmasından dolayı bu yazıda ben de bu ifadeyi kullanacağım.
KÖKENLERİ VE AMERİKA’YA GELİŞLERİ
“Bir İncil ve dinleriyle geldiler. Toprağımızı çaldılar ve ruhumuzu ezdiler ve şimdi bize kurtarıldığımız için ‘Tanrı’ya şükretmemiz gerektiğini söylüyorlar.”3
Kızılderililerin kökenleri hakkındaki tartışmalar, 19. yüzyıldan bu yana devam ediyor. Kızılderililerin kökenleri ve Amerika Kıtası’na nasıl geldikleri konusunda onlarca farklı teori olsa da çoğu arkeolog ve antropolog, Kızılderililerin uzak atalarının Asya’dan, 14.000 ila 20.000 yıl önce, Buzul döneminde var olan, Asya ile Kuzey Amerika’yı birbirine bağlayan Bering Kara Köprüsü’nden geçerek ya tekne ile Bering Denizi’ni geçerek Amerika’ya geldiklerini düşünüyor. Bu teori birçok sebebe dayanıyor. Bunlardan ilki Kızılderililer ile Eski Asya insanlarının birçok ortak antropolojik özelliklere sahip olması. En belirgin ortak özellikler ise köpek dişleri, “mongolian spots” denilen vücut lekeleri ve “Diego” alt kan grubudur. Hatta Mitokondriyal DNA (mtDNA) üzerine yapılan bir araştırma, neredeyse tüm Kızılderililerin Asya’dan Amerika’ya yaklaşık 20.000 yıl önce gelen 4 kadının torunları olabileceğini göstermiştir.
Kızılderililer ile Eski Asya toplulukları arasında çok sayıda ortak kültürel kurumların ve geleneklerin bulunması da Kızılderililerin Asya orijinli olmaları ve Asya halkları ile akraba olmaları teorisini destekler niteliktedir.
Göçebe Asya toplumlarında sıklıkla görülen, ölen kişinin mezarına kama biçimli taş yapılar (balbal) konulması geleneğinin Kızılderililerde de sıklıkla görülmesi ve iki toplulukta da kaplanın totem olarak kullanılması ortak kültür özelliklerinden yalnızca birkaçıdır.
Baskın görüş Kızılderililerin Asya kökenli oldukları ise de yakın tarihli çalışmalardan birinde, Amerika’daki eski insan kalıntılarının yer dağılımına dayanılarak, Kızılderililerin Amerikan’ın antik insanları olduğu, Asya’dan gelmeyip ilk olarak Kanada’nın Yukon Bölgesi’nde, Kuzey Amerika’nın Batı Rift Vadisi’nde ortaya çıkıp daha sonra güneye göç etmiş olabileceklerini savunmuştur. Kızılderililer ile Asyalılar arasındaki biyolojik benzerliği ise “astringency evolution” ile yani etkileşim halinde olmasa da türlerin birbiri ile benzer şekilde evrimleşebileceği teorisi ile açıklamıştır. Bu görüş doğru ise Kızılderililer, Amerika kıtasında 40.000 yıl, hatta 100.000 ila 200.000 yıl boyunca varlıklarını sürdürmüş olabilirler.
YENİ DÜNYA İLE TANIŞMALARI
“Eğer Büyük ruh benim için bir beyaz adam olmamı isteseydi beni öyle yaratırdı. Ben, onun izniyle yaşamdayım. Sizin kalbinizde kesin istekler ve planlar var, oysa benim kalbimde başka arzular var. Kartallar kartaldır, karga gibi olamaz. Şimdi biz yoksuluz ama özgürüz. Adımlarımızı bir beyaz kontrol edemez ve eğer bizler öleceksek doğrularımızla öleceğiz.”4
Amerika’ya ilk basan Avrupalılar, Coğrafi Keşiflerden yaklaşık 500 sene önce kısa süreliğine Amerika’ya giden ancak kalıcı olamayan Vikinglerdir. 1492’de Amerika’yı keşfeden Avrupalılar en az Kızılderililer kadar şaşırmış olmalılar. Ancak bu şaşkınlığı üzerlerinden attıktan sonra iki tarafın birbirlerine karşı olan tutumları ne yazık ki farklı olmuştur. Avrupalılar Kızılderilileri eğitilmeye muhtaç, kaynakları kullanılmaya uygun, medeniyetsiz insanlar olarak görürken Kızılderililer Avrupalıları “dost” olarak görmüşlerdir. Bu ifadeyi kullanarak abarttığım ve Kızılderilileri “melek” olarak gösterdiğim düşünülebilir. Ancak yazının devamında, her iki tarafın da birbirine bakış açılarını meydana getiren tarihi, kültürel ve inançsal yapılara baktığımızda anlatmak istediğim daha açık biçimde anlaşılacaktır.
Avrupalılar ile Kızılderililer arasındaki düşmanlık sanıldığının aksine Amerika’nın Keşfi ile doğrudan başlamamış, uzun bir süre boyunca iki taraf barış içerisinde birlikte yaşamıştır. Kızılderililer bakımından bu durumun sebebi, Kızılderililerin mülkü sahiplenme kültürlerinin olmamasıdır.
Kızılderililer; bitkilerin, hayvanların, her nevi canlının veya suyun, toprağın bir insan tarafından sahiplenemeyecek kadar değerli ve insana eşit olduklarına inanırlar. Dolayısı ile bir toprak üzerinde yaşamanın her canlının hakkı olduğuna dair inançları, topraklarına yeni gelmiş bu insanlara düşman olmamalarına sebep olmuştur. Avrupalılar bakımından ise bu barış halinin varlığı ne yazık ki bu denli erdemli bir bakış açısına dayanmaz. Çünkü Avrupalıların başlarda barışa yönelik tutum sergilemeleri; aslında düşmanı(!) tanımak ve bölgedeki askeri güçlerini artırıp savaşa hazır olmak için zaman kazanmak amacı ile yapılmış bir stratejidir.
KIZILDERİLİ KATLİAMI VE ASİMİLASYONU
“Hiçbir kabilenin, değil yabancılara, birbirlerine bile yurtlarını satmaya hakkı yoktur. O halde havayı, denizleri, dünyayı da satın! Kutsal Ruh bu dünyayı, biz çocuklarına bağışlamadı mı?”5
Avrupa’da, 15. ve 16. yüzyılda Osmanlıların İstanbul ve Mısır’a hâkim olması, dolayısıyla ticaret yollarına hâkim olması sonrasında büyük ekonomik sorunlar baş göstermiştir. Ticaret yolları tamamen ellerinden çıkan Avrupalılar yeni kaynaklara ulaşmak, ticaret yolunun diğer ucu olan Hindistan’a alternatif yollar keşfetmek amacıyla bir dizi deniz seferleri düzenliyorlar. Kristof Kolomb, Vasco de Gama, Bartolomeu Dias gibi maceracılar ile birlikte Hernan Cortes gibi canileri de bu dönemde Avrupa’daki krallıklar (özellikle İspanya ve Portekiz) tarafından maddi olarak desteklenerek keşfe gönderilmiştir. Bu maddi destek meyvesini Amerika’dan gelen kaynaklar ve köleler ile verecek, bu devletler sahip oldukları ekonomik güç ile merkezi yapılarını güçlendirerek Avrupa’da feodalitenin izlerini silip yeni bir Avrupa siyasi döneminin de temellerini atacaklardır. Bu kaynak ve işgücü bolluğu, devamında sanayi devrimini getirecek ve dünya vahşi kapitalizmi iliklerine kadar yaşayacak, yeni kıtalara yapılan keşifler sömürünün, emperyalizmin, köleliğin ve katliamların sembolü olacaktır.
Avrupalıların Kızılderililer ile olan savaşı ya da daha doğru bir ifade ile Kızılderili katliamı 17. yüzyıldan 20. yüzyılın başlarına dek açık biçimde devam etmiştir. 2019 yılında yayımlanan bir yazıda Amerika’nın Keşfi öncesinde Kızılderili nüfusunun 60,5 milyon olduğu tespit edilmiştir. 19. yüzyıl sonuna gelindiğinde ise katliamlar, savaşlar ve hastalıklar neticesinde Kızılderili nüfusu 270.000’e inmiştir. Bu tarihten sonra ise yerini kültürel asimilasyona ve Kızılderili kültürünü yok etme çalışmalarına bırakmıştır.
Kızılderililer, Hristiyan yapılmaya veya kendi dini geleneklerini uygulamaları engellenmeye çalışılmıştır. ABD’de 1880’lerden 1930’lara dek, Kızılderili dini uygulamaları açıkça yasaklanmış, Kızılderililere dinlerini uygulama hakkı veren Amerikan Yerlilerinin Dini Özgürlük Yasası (American Indian Religious Freedom Act), 1978 yılına kadar kabul edilmemiştir.
Günümüzde ise Kızılderililere doğrudan asimile programları uygulanmasa da zamanında uygulanan kültürel asimilasyonun izleri açıkça görülmektedir. Birçok Kızılderili gelenek ve inançlarından kopmuş Hristiyanlaşmıştır. Bunda özellikle Kızılderilileri asimile etmek için uygulanan eğitim sisteminin de payı büyüktür. Günümüzde ABD’de yaşayan Kızılderili nüfusunun, 5 ila 6 milyon civarında olduğu düşünülmektedir.
DİNLERİ VE İNANÇLARI
“Yararsız olduğumuzu düşünemiyorum, yoksa Usen bizi yaratmazdı. Bütün kabileleri yarattı ve her birini yaratmada kesinlikle doğru bir amacı vardı.”6
Kızılderililerin hayat görüşleri, felsefeleri, din ve inançları çok çeşitlidir. Bunun en önemli sebeplerinden biri ibadet, ritüel ve kuralların yazılı bir kaynakta yer almayıp değişime açık olmasıdır. Ancak buna rağmen tüm Kızılderili topluluklarında ortak olan bazı esaslar vardır. Bunlar; he şeyin Büyük Ruh’a ait olduğuna inanmak, doğayı ve doğadaki tüm varlıkları kutsal semboller olarak görmek ve kutsal hikayelerin şaman denilen ruhlar dünyası ile iletişime geçebilen kişiler aracılığıyla sözlü olarak aktarılmasıdır.
Kızılderili inancını ve inançta doğanın yerini daha iyi anlamak için yaşamın başlangıcına ilişkin bir Cherokee mitine yer vermek yerinde olacaktır:
“Her şey su iken hayvanlar, Galun’lati (ruhlar diyarı)’de, kemerin ötesindeydiler ama çok kalabalıklardı ve daha fazla yer istiyorlardı. Suyun altında ne olduğunu merak ettiler ve sonunda küçük Su böceği Dayuni öğrenmeye gitti. Suyun üzerinde her yöne gitti ama dinlenecek kuru bir yer bulamadı. Sonra dibe daldı ve bir miktar yumuşak çamur çıkardı, bu da toprak dediğimiz ada oluncaya kadar büyümeye ve her tarafa yayılmaya başladı. Daha sonra dört kordonla göğe tutturuldu ama bunu kimin yaptığını kimse hatırlamıyor. İlk başta dünya düz, çok yumuşak ve ıslaktı. Hayvanlar aşağı inmek için endişeliydiler ve henüz kuru olup olmadığını görmek için farklı kuşlar gönderdiler, ancak ateş yakılacak bir yer bulamayıp tekrar Galun’lati’ye döndüler. Sonunda zamanı gelmiş gibiydi ve Buzzard’ı gönderdiler. Ona, oraya gitmesini ve yaşamak için hazırlanmasını söylediler. Buzzard, tüm akbabaların babası olan Büyük Şahin’di. Buzzard, dünyanın her yerine uçtu ama toprak hala yumuşaktı. Buzzard, Cherokee ülkesine ulaştığında çok yorgundu. Kanatlarını çırparak yere çarpmaya başladı. Yeryüzüne her vurduğunda vadiler, kanatlarını her kaldırdığında dağlar oluştu. Yukarıdaki hayvanlar bunu gördüklerinde, tüm dünyanın dağ olacağından korktular ve onu geri çağırdılar. Toprak kuruduğunda ve hayvanlar aşağı indiğinde, Dünya hala karanlıktı, bu yüzden güneşi aldılar. Adanın her gün doğudan batıya, tam tepesinden geçmesi için güneşi bir yola koydular. Güneş çok sıcaktı. Sihirbazlar güneşi bir el daha yükseğe koydular, ama hava hala çok sıcaktı. Onu yedi el genişliğine ve göğün hemen altına gelene kadar bir kez daha kaldırdılar. Bu yüzden sihirbazlar en yüksek yere Gulkwa’gine Di’galun’latiyun (yedinci yükseklik) derler. Güneş her gün bu kemerin altından geçer ve geceleri üst taraftan başlangıç yerine geri döner. Toprağın altında başka bir dünya vardır ve her şey dünyadaki gibidir. Dağlardan inen akarsular, yeraltı dünyasına ulaştığımız patikalardır ve başlarındaki yaylar, oraya girdiğimiz kapılardır, ancak bunu yapmak için yeraltında bir yere sahip olan rehberler olmalıdır. Yeraltı dünyasında mevsimler dünyadan farklıdır. Çünkü kaynaklardaki su; kışın sıcak, yazın ise soğuktur. Hayvanlar ve bitkiler ilk yaratıldığında -kim tarafından yaratıldığı bilinmiyor- onlara, yedi gece boyunca izleyip uyanık kalmaları söylendi. Bunu yapmaya çalıştılar ve neredeyse hepsi ilk gece boyunca uyanıktı, ancak ertesi gece birkaçı uykuya daldı ve üçüncü gece diğerleri uyudu ve diğerleri. Yedinci geceye kadar tüm hayvanlardan sadece baykuş, panter ve bir veya iki kişi daha hala uyanıktı. Bunlara karanlıkta görme ve dolaşma, gece uyuması gereken kuşları ve hayvanları av yapma gücü verildi. Ağaçlardan sadece sedir, çam, ladin, çobanpüskülü ve defne sonuna kadar uyanık kalmıştı ve onlara her zaman yeşil olma ve ilacın en iyisi olma özelliği verildi. Diğerlerine ise uyanık kalmadıkları için “Bundan sonra saçlarınızı dökeceksiniz.” Denildi. Hayvanların ve bitkilerin peşinden insanlar geldi. İlk sadece bir erkek ve bir kız kardeş vardı. İnsanlara çoğalmaları söylenince, erkek kadının karnına balıkla vurdu ve yedi günde bir çocuk doğdu. Ondan sonraki her yedi günde bir başka çocuk doğdu. Dünyanın onlara yetmeyeceği tehlikesi ortaya çıkana kadar çok hızlı arttılar. Sonra bir kadının yılda sadece bir çocuğu olması gerektiği kabul edildi.”
Mitten de anlaşıldığı üzere Kızılderililere göre dünya, dört yanındaki ipler ile döğe sabitlenmiş, su üzerindeki bir adadır. Dünya yaşlandığında ve yıprandığında, insanlar ölecek, ipler kopacak, dünyanın okyanusa batmasına izin verecek ve her şey tekrar su olacaktır. Bu sebeple Kızılderililer mülk edinmeyi anlamsız bulurlar. Dünya üzerindeki canlı ya da cansız her şeyi değerli görür, ona sahip olmaya çalışmanın onu aşağılamak olduğunu düşünürler.
Hayvanları, bitkileri, suyu ve toprağı dostları olarak görür, kendilerini diğer canlı ve cansızlardan üstün değil onlarla bir bütün olduklarını düşünürler. Bu düşünce Kızılderililerin tüm yaşamlarını şekillendirmiştir.
Kızılderililer, tüm varlıkları insanlar kadar canlı ve bilinçli görürler. Kızılderililer, dünyadaki her şeyin ruhu olduğuna inanırlar ve bu nedenle dünyadaki her şeye saygılı davranılması gerektiğini düşünürler. Antropologlar buna “Animizm” yani doğanın önemli kısmının ruhlara sahip olduğu inancı demektedirler. Kızılderililer, bu bakış açıları neticesinde tüm varlıklara dost olarak yaklaşırlar. Onları dost olarak gördükleri için onlara saygı duyar ve onlardan sürekli bir şeyler öğrenmeye çalışırlar. Kızılderililere göre, toprak, taşlar, ağaçlar, vadiler, dağlar, göller ve tüm doğa canlıdır ve dinlemek isteyen insanları eğitebilir.
Kızılderililerin toprağa ve doğa koşullarına bağlılıkları, dinsel inançlarının da ayrılmaz bir parçasıdır. Kızılderililer, toprağa sıkı sıkıya bağlıdır ancak onu kişisel mülkiyet olarak görmezler. Toprağı da kendileri ile eşit ve canlı olarak görürler. Bu sebeple Avrupalılar onlardan toprak satın almak istediklerinde tahminen neyden bahsettiklerini dahi anlayamamışlardır.
Kızılderili inancında doğrudan bir Tanrı ya da ahiret inancı yer almaz. Onlara göre dünyaya Büyük Ruh (Great Spirit) hakimdir ve her şey Büyük Ruh etrafında şekillenir. Bazı Kızılderili topluluklarda, yaşamın kaynağı olan bu büyük güç ya da ruha Ulu Manitu adı verilir. Bazı zamanlarda Wakan Tanka adı ile bazı zamanlarda ise Usen adı ile Büyük Ruh ifade edilmiştir. Başka bir Kızılderili kabilesi olan Cheyenne inancında ise önce suyu, sonra dünyayı ve sonrasında insanı yaratan Büyük Ruh Maheo denmiştir. Maheo hayvanları, insanlardan sonra yaratmıştır.
Büyük Ruh, kendini canlı ve cansızlar her şeyde göstermektedir. Bu sebeple tüm canlıları ve cansızları dost kabul etmek, onlara saygı göstermek ve iyi davranmak gerekir. İyilik, iyiliği getirir; kötülük, kötülüğü getirir.
Birçok Kızılderili toplumu için doğum, ruhlar dünyasından çıkış; ölüm, ruhlar dünyasına geri dönüştür. Yani yaşam sonsuz bir döngüdür. Bu geçişe yardımcı olmak için kişi ölmeden önce ölüm ritüelleri düzenlenebilir.
Kızılderili inancının birçok din ve felsefe ile yakından ilişkili olduğu görülebilir. Evreni bir bütün olarak gören, ona en büyük kutsallığı atfeden yanı ve sonsuz yaşam döngüsü inancıyla Helenistik Dönem Stoacı felsefesinin Panteizmine yakınlığı göze çarpan Kızılderili inancı; doğaya karşı yapılan iyiliğe, doğanın da iyilik ile karşılık vereceği inancı doğrultusunda Karma felsefe ile de yakın ilişki içerisindedir. Aynı zamanda Büyük Ruh inancının içerisinde barındırdığı “evrensel yaşam gücü” kavramı ve hayvanlara yüklenen mitolojik roller ve önem sebebiyle Orta Asya göçebe toplumlarının geleneksel inancı olan Gök Tengri inancı ile de ilişkilendirilmiştir.
DOĞAYA SONSUZ SAYGILARI
“Eski Kızılderili öğretisi, yeryüzünde büyüyen herhangi bir şeyi koparmanın yanlış olduğuydu. Kesilebilir, ancak sökülmemelidir. Ağaçların ve çimenlerin ruhları vardır. İyi bir Kızılderili büyümeden bir ağaç veya çimeni ihtiyaçları nedeniyle yok etmek zorunda kalırsa, eylemi üzüntü içinde ve affedilmek için dua ederek yapardı.”7
Kızılderililer için doğaya saygı, inanç sistemlerinin ve dünyaya bakış açılarının bir yansımasıdır. Kibirden uzak, sevgi ve minnettarlık dolu bir biçimde kendilerini her zaman doğanın bir parçası olarak görürler. Doğadaki canlılar kimi zaman dostları kimi zaman eğitmenleri kimi zaman yoldaşlarıdır.
Kızılderililer doğaya ve diğer varlıklara olan saygılarından gerekli olmadıkça onlara zarar vermezler. Yıllar boyunca toplayıcı olarak geçinmelerindeki temel sebep de budur. Doğal ihtiyaçlarını karşılamak için onlardan yararlandıklarında; bir hayvanı yediklerinde ya da bir ağaçtan kalacak yer yaptıklarında onlara minnettarlık duyarlar. Arapaho kabilesine ait ünlü bir Kızılderili deyişi şöyledir: “Yemekten önce her zaman yemeğe teşekkür etmek için zaman ayırın.”
Kızılderililer Avrupalıların doğaya karşı saygısız ve sevgisiz davranışlarını, onları değersiz bir araç olarak görmelerini ise hiçbir zaman kabullenememiş, kabullenmek istememişlerdir. Beyaz adamın hırsının bir gün dünyayı tüketeceğini ve geriye yalnızca bir çöl kalacağını ve dünyayı bekleyen çevresel felaketleri 19. yüzyılda tahmin etmişlerdir.
Hawaii senatörü Daniel Inouye şu sözleri ile Kızılderililerin çevreye karşı olan saygılı tutumlarını, tüm insanlığın örnek alması gerektiğini belirtmiştir: “Yüzyıllar önce Amerika’da çevreci bir hareket vardı. Amerika’nın yerli halkı, dünyaya ve üzerindeki canlılara her zaman saygı gösterirdi. Doğal kaynakların korunması yaşamın sorgulanamaz bir parçasıydı. Şimdi bu modern zamanlarda, bir ulus olarak anlamaya başladığımız şey, ilk Amerikalılardan ne kadar çok şey öğrenebileceğimizdir.”
MİTLERİ, EFSANELERİ VE HİKAYELERİ
“Hayat nedir? Gece bir ateş böceğinin parlamasıdır. Kışın bir bufalonun nefesi. Çimlerin üzerinden geçen ve günbatımında kendini kaybeden küçük gölgedir.”8
Kızılderili inancına ait hikâye ve mitler yazılı kaynaklarla değil sözlü olarak aktarılmıştır. Bu sebeple binlerce mit, hikâye ve efsaneye sahiptirler.
Manevi inançlar bize nereden geldiğimizi, ölümden sonra nereye gittiğimizi ve bu dünyadayken bizden ne beklendiğimizi söyler. Manevi inançlar bireylere; aileleri, toplumları ve ruhani varlıklar tarafından iyi bir insan olarak görülmeleri için ne yapmaları gerektiğini söylerler. Manevi inançlar ayrıca, toplumlara bir topluluk olarak onlardan ne beklendiğini de söyler: topluluk içindeki bireylere nasıl davranılması gerektiği, liderlik için hangi niteliklere ihtiyaç duyulduğu ve dışarıdakilere nasıl davranılması gerektiği gibi.
Manevi inançlar aynı zamanda uygunsuz davranışların sonuçlarını da söyler. Bu şekilde, manevi inançlar bir tür sosyal kontrol işlevi görür. Kızılderili kökenli hikayelerde, saygısız genç adamı yiyen yılanlar gibi hayvanlar ile bitkiler ve hatta doğa güçleri hikâyenin aktif katılımcılarıdır. Yılanın adı geçen tek hayvan olduğu, Yahudi ve Hristiyan inancında dünyanın ve insanlığın başlangıcını anlatan Eski Ahit’teki Başlangıç (Genesis) Kitabı’nın aksine, Kızılderili hikayelerinde çok büyük önem taşır, çokça yer alır ve genellikle insanlara yardım ederler. Bu hikayelerin çoğunda, insanların ve hayvanların iş birliği yaptığını ve birlikte çalıştığını görmek mümkündür.
Kızılderili hikâye ve mitlerinde, tüm canlılar için davranış beklentileri vardır. İnsanlar ya da hayvanlar bu beklentileri karşılamadığında sonuçlarına katlanırlar. Kızılderililerde, bir çocuk yaramazlık yaparsa, onlara benzer davranışların bir insan veya hayvan için sonuçları hakkında bir hikâye anlatılır. Bu hikayelerle özellikle çocuklarda doğru-yanlış kavramlarının oturtulması amaçlanır. Örneğin, bir Apache (Apaçi) hikayesinde, gri karganın leş yediği ve bu uygunsuz davranışı nedeniyle siyaha dönüştüğü anlatılır.
HAYVAN MİTLERİ VE TOTEMLERİ
“Hayvanlarla konuşursanız sizinle konuşacaklar ve birbirlerini tanıyacaksınız. Onlarla konuşmazsan onları tanımayacaksın ve bilmediğin şeylerden korkacaksın. İnsan korktuğunu yok eder.”9
Tarih boyunca bazı toplumlar, doğadaki varlıkların kutsal bir ruha sahip olduklarına inanmıştır. Hayvanlara, bitkilere hatta dağ, ova ve nehirlere dair bu inanç zamanla bir kült olarak kültürlerinde yer edinmiştir. Bu toplumların mitlerinde çeşitli hayvanların çeşitli rollere sahip olduğu, çeşitli özellikleri ile öne çıktıkları, insanlara dost ya düşman olarak göründüklerine yer verilmiştir. Antik Mısır’dan Kadim Çin’e, Vikinglerden Mezopotamya’ya dek bu külte rastlanmaktadır. İslamiyet Öncesi Türklerde de kurt, at, şahin gibi pek çok hayvan önemli bir mitolojik role sahiptir.
Kızılderili mitlerinde dikkat çekici olan ise, diğer toplumların mitlerinde de yer alan geyik, sığır, kaplumbağa, yılan, kartal, örümcek, baykuş gibi onlarca hayvanın yer almasının yanında diğer toplumların mitlerinde yer almayan köstebek, kirpi, possum, yaban sığırı gibi hayvanların da yer almasıdır.
Bu durumun sebebi, bu hayvanların yalnızca Amerika kıtasında yaşamış olmaları değildir. Çok toplumun, mitlerinde yalnızca gücü, kurnazlığı, korkunçluğu, zekâsı ile öne çıkan hayvanlara yer vermiştir. Ancak Kızılderili mitlerinde her türlü özelliğe sahip her neviden hayvana yer verilmiştir. Bu durumda Kızılderililerin doğa ile olan güçlü bağını ve hayvanları öne çıkan insani özellikleri sebebi ile değil, var oldukları için ve onları dostları olarak gördükleri için mitlerinde yer vermişlerdir.
RİTÜELLERİ VE YAŞAM ÇEMBERİ
“Bütün Kızılderililer her yerde durmadan dans etmelidir. Önümüzdeki ilkyaz Yüce Ruh gelecek. Bütün av hayvanlarını geri getirecek. Avdan geçilmeyecek bu topraklarda. Bütün ölü Kızılderililer geri gelecek ve yeniden yaşayacaklar.”10
Kızılderililerde de insanlar tarafından yenilmek için canlarını veren hayvanlar için şükran ritüelleri vardır. Ayinleri yerine getirmemenin, doğanın onları geri çevirmesine sebep olacağına inanırlar.
Ritüeller aynı zamanda topluluğun ihtiyaçlarını da karşılar, toplumu bir araya getirir ve gelecek yıl için dünyayı yeniler. Kızılderililerde, insanlarca yenilmek için hayatlarından vazgeçen hayvanlara, kuşlara ve balıklara teşekkür etme ritüelleri ile sonraki yıllarda da hayvan, balık ve kuşların var olmaya devam etmesini sağlayacak ritüeller vardır. Bu ritüellere yenileme törenleri denir. Kızılderililerin ayrıca bitkilerin, özellikle de ilaçlar için önemli olan bitkilerin büyümesi için ritüelleri vardır.
Kızılderililer, tipik olarak yıllık veya takvim temelinde yapılan bir tören döngüsüne sahiptir. Tören döngüsü, tipik olarak Ocak ayında düzenlenen Kış Ortası Töreni gibi önemli yiyecek ve mahsullerle ilgili olanları içerir. Birçok Kızılderili toplumunun dünyayı yenilemek için yıllık ritüelleri vardır. Bu ritüellerde geleneksel Kızılderili müziği eşliğinde dans ederek yaşam döngüsü tamamlanır. Yaşam döngüsü; insanın bütün bir doğa ve yaşamın bir parçası olduğunu simgeler.
En yaygın Kızılderili ritüellerinden biri Güneş Dansı (Sun Dance)’dır. Güneş Dansı, geleneksel olarak yaz aylarında topluluklar; ticaret, ziyafet ve dans için bir araya geldiklerinde yapılır. Törenden önce, tören alanı yaşlı kadınlar tarafından kutsandıktan sonra bahçenin ortasına yaşlı erkekler tarafından pamuk ağacından yapılan bir direk yerleştirilir. Evlilik partnerleri de bu ritüellerde bulunulurdu.
Siyularda (Sioux), Naxpike adı verilen diğer bir ritüelde ise Spring Boy adlı efsanevi bir karakterin maruz kaldığı, ancak ikiz kardeşi Lodge Boy tarafından engellenen işkencenin canlandırması yapılır. Genç erkekler, Spring Boy’un acısını ve işkencesini canlandırmak için gönüllü olur. Naxpike’ı ilk yapan kişi dünyayı topluluğu için daha iyi bir yer yapmaya yetecek ruha sahip olur. Naxpike ve Sun Dance, bir Kızılderili’nin yeminini yerine getirmesi veya bir ruhu çağırmak için yapılabilir.
Diğer yaygın bir Kızılderili ritüeli ise Pow-wow’dur. Bu ritüelde de müzik eşliğinde, danslarla yaşam döngüsü adı verilen çember tamamlanır. Siyuların Hayalet Dansı (Ghost Dance) ritüeli ise aslen geleneksel Kızılderili ritüellerinden olmayıp 19. Yüzyıl sonlarında Kızılderililerin çeşitli saldırılardan kültürlerini ve benliklerini korumak, yenilemek için ortaya çıkardığı bir ritüeldir.
Bir Kızılderili kabile toplulukları birliği olan Altı Ulus (Six Nation) olarak da bilinen Haundenosaune arasında, akçaağaç özü ve çileklerin büyümeye başlaması için düzenlenen törenler vardır. Mısır için de tohumların ekilmesi, mısırın yeşillenmesi ve mahsulün hasadı zamanında törenler düzenlenir.
Sonuç olarak Kızılderililer medeniyetsiz ya da ilkel değildirler. Yalnızca tarihin bir bölümünde zulüm görmüş ya da tarihe renk katmış insanlar da değildirler. Kızılderililer bunlardan çok daha öte bir felsefenin sembolüdürler. Evrenselci ve birleştirici hayat görüşleri, doğaya olan saygılı, mütevazı ve minnetkâr tutumları ile kendimize ciddi biçimde örnek almamız gereken bir kültürdür Kızılderililer. Ve bence gerçek medeniyette tam olarak budur.
Saygıyla, sevgiyle, Büyük Ruh’la…
Av. Suat Şimşek
1-Nootka kabilesi şefi Maquinna
2-Suqwamish ve Duwamish kabileleri şefi Seattle
3-Otava kabilesi şefi Pontiac
4-Siyu kabilesi şefi Oturan Boğa
5-Shawnee kabilesi şefi Tecumseh
6-Apaçi kabilesi şefi Geronimo
7-Cheyenne kabilesi şefi Tahta Bacak
8-Blackfoot kabilesi şefi Crowfoot
9-Tsleil-Waututh kabilesi şefi Dan George
10-Kızılderili atasözü (Wovoka kabilesi)
Optik ve gözlük sektörünün uluslararası ölçekteki en önemli ...
Antakya Yayladağı’nda öğrencilere Beta Optik tarafından ücre...
Türkiye’ nin optik dijital dergisi, Tüm cihazlarda erişilebi...
"Mal ve Hizmetlere Uygulanacak Katma Değer Vergisi Oranların...
Kurum ile Bankaların protokolleri sona erdiği için artık ban...
Thélios azınlık hissesi planlarken, kalan hisseler kreatif d...
Sağlık Bakan Yardımcısı Doç. Dr. Şuayip Birinci, yapılan bir...
Nemrut taş heykellerinden birine sanal ortamda giydirdiğimiz...
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Büyük Önder Mustafa Kemal A...
Kod8 Yazılım Teknolojilerinden Optik Mağazaları İçin Yeni Dö...
Okurken bitmesini istemedim. Emeğinize sağlık çok güzeldi. Teşekkürler!
Saygıyla, sevgiyle, Büyük Ruh’la…