Yaşlı ve kocamış adam torunlarını etrafına topladı. Nede olsa hepsi aynı mesleğin mensuplarıydı, hepsi aynı meslekten ekmek yiyor,evlerine ekmek götürüyorlardı. Seneler geçmişti, meslek için tarih yazacak olanların hepsi toz olmuştu. Yaşlı kurt anlatmaya başladı; -Evlatlarım, Mesleğini seven bizler nerede ve kimlerin yanında duracağımızı bilemedik. Bazı insanlar bu mesleği bu günkü haline ve şekline […]
18 Aralık 2014 - 0:45 'de eklendi.
Yaşlı ve kocamış adam torunlarını etrafına topladı.
Nede olsa hepsi aynı mesleğin mensuplarıydı, hepsi aynı meslekten ekmek yiyor,evlerine ekmek götürüyorlardı.
Seneler geçmişti, meslek için tarih yazacak olanların hepsi toz olmuştu.
Yaşlı kurt anlatmaya başladı;
-Evlatlarım, Mesleğini seven bizler nerede ve kimlerin yanında duracağımızı bilemedik. Bazı insanlar bu mesleği bu günkü haline ve şekline getirdiler. Onlar şekillendirdiler, elimizden maalesef bir şey gelmedi. İnandık, güvendik. Şayet bizler duracağımız yeri bilseydik bugünler yaşanmazdı. Dedi ve dalıp gitti.
Çok zaman geçmişti. Optometri Edirne sınırlarından giriş yapmıştı. Bizim gibi semt gözlükçüleri için bu iyi bir durum değildi. Gruplar daha optometri kabul edildiği gibi ülkelerinde apartta bekleyen ithal optometristleri getirip mağazalarının başına koydular. Halbuki daha onların ülkelerinde bile ellerindeki ruhsatların bir geçerliliği yoktu. Hemen aynı gün itibariyle gözlük alana muayene bedava diye tv reklamlarına başlamışlardı bile. Bu iş için temel hazırlayanlar emellerine ulaşmıştı. Senelerce sürdürülen reklam yapmak yasak mevzusunu, maalesef içimizdeki Truva atı görünümlü destekçiler sayesinde grup mağazalar kazanmıştı.
Bu arada yurttaki tüm kaleler fethedilmiş, satılmamış fabrika kalmamıştı. Hatta üretim yapan cam firmaları tekelleşmiş, mal satarken adam ayırmaya başlamıştı. Her şeyin fiyatlarınıda kafalarına göre istedikleri gibi belirliyorlardı. İstedikleri fiyata satıyorlar, isterlerse hiç satmıyorlardı. Tekelleşme başladığında dernekler aval aval bakmış, konuyu rekabet kuruluna taşıyıp takip etmeyi tercih etmemişlerdi. Çok uzaklarda çizmeye benzeyen ülkeye ait bir firma biz dahil tüm dünyada sektörümüzü ele geçirmiş, kendi mağazalarını açmıştı. Koca kurtun torunları optisyenlik okumuş fakat ülkeye optometri girdi gireli gruplara ait çeşitli mağazalarda temizlikçi, satış temsilcisi, çaycı konumunda çalışmaktaydı. Hani palamutun çok olduğu bir mevsim vardır ya bolluktan çift çift satılır. Aynen bu şekilde bolluktan artık paspasçılar bile optisyenden seçiliyordu.
En büyük torun olan İsmail konuşmaya başladı;
-Ben o günleri gördüm yaşadım. Yaşım 50’lilere dayandı. Nerden bileceksin bu işlerin buralara kadar geleceğini. Zaman su gibi akıp geçti. Abiler bize sendika kuracak diye senelerce bekledik. Sonramı? Sonra grup mağazalarda kölelik yaptık. Dedelerin bana anlattıkları, kocamış kurt masalları olmaz gibi gelmişti. Bir kulağımdan girdi, diğer kulağımdan çıktı. Bazen onlara hayıflandığım bile oldu dedi, O da daldı gitti.
Ortam tekrar sessizliğe bürünmüştü. Bu defa ölüm sessizliğini en küçük torun bozdu;
-Dede bu işler nasıl oldu, buralara kadar geldi anlatsana. Kendisi açık öğretim fakültesi optisyenlik mezunuydu, artık gazete bayilerinde bile optisyenlik diploması veren hafta sonu ekleri satılıyordu.
Yaşlı Kurt derin bir oh çekti ve anlatmaya başladı.
-Anlatayım evladım;
-Siz bilmezsiniz ama İsmail Amcanız hatırlar, seneler önce Ankara’da yaşayan bir adam vardı, o tarihlerde bile çok yaşlıydı adını hatırlayamadım, soyadı çınarmıydı neydi? İlk defa eğitim şart diye başlayan oydu. Meslekle ilgili kitaplar yazdı. Fakat meslekdaştanmıdır, ondanmıdır bilinmez meslek bir adım dahi ilerlemedi. Onun bu çalışmalarını, kendine göre yorumlayan İstanbullu karanlık bir adam izledi.
Meslektaşlar ondan kurtulabilmek için çok mücadele etti. Seçimle getirdi, seçimle gönderdi. Adam boş durmadı. Eski derneğin adını ve logosunu yok etti.
Bol ‘’O’’ lu yeni bir dernek kurdu. ‘’O’’lardan bir tanesi onun ve ekürülerinin hayali olan optometriyi temsil ediyordu. Gruplarla el ele verdiler mesleği bugünkü haline getirdiler. Her ne kadar yaptıkları bazıları tarafından ilericilik olarak görülse de meslek ve meslektaş için elinden gelen kötülüğü yaptı. Bu tip adamlar kendilerini hep önder ve ilerici olarak gösterdiler. Ayrıca kaybolan ve arada bir ortaya çıkan karabatak gibi insanlar vardı, mesleklerini ve meslektaşlarını savundukları söylerlerdi. Fakat ihtiyaç duyulduğunda susar, kaybolurlardı. Bizim birlikte olduğumuz senelerce mücadelerine destek verdiğimiz ESKİ DOSTLAR vardı. Onlar nasılsa başkaları yapacak bari ben yapayım deyip çaktırmadan aynı yoldan devam ettiler.
Sayı olarak çok fazla ve gereksiz miktarda açılan üniversitelerin içinde öğretim görevlisi bile oldular. O dönemlerde dernekler çoktu. Fakat bir yaptırımları yoktu. Zaman içinde hepsi kapandı gitti. Şimdi olduğu gibi GRUPKORDER (grupları korurum derneği) diye tek bir dernek yoktu.
Tüm dernekler yok olunca tüm truva atlarıda bu derneğe katıldı. Zira artık görevlerini tamamlamışlardı. Anadoluda kurulmuş birde federasyon vardı. Federasyon başkanları o sıralar ne hikmetse el ele tutuşup, eğitim şart deyip, olması gerekenden fazla sınıf açan zart zurt üniversitesine bile destek verdiler. Sanki bir turist edasıyla bizim aidatlarımızla sokak sokak gezdiler. İlgili bakanlıkları uyarmak yerine her açılan üniversitede onur konuğu olarak yerlerini aldılar. Bu şekilde iyi bir şeyler olacağını, modern, ileri görüşlü, prezantabl olduklarını sandılar. Bu üniversitelerin mezun sayısı yıllık 5000’leri bulduğunda hayıflanmaya başladılar. Lakin çoooook geç kalınmıştı. Tabiki eğitim, gelişme şarttı fakat yapmaları gereken yeterli mezun verme, hızlarını kesme görevini, onları daha ileriye taşıma görevini üstlendiler.
Halbuki mezun fazlalığının gelecekteki işsiz sayısını çoğaltmak, mesleğin değerini düşürmekten başka faydası yoktu. Mezun sayısının fazla olması hep gruplara yaradı.Hatta hatta dernekler o dönemde Osmanlıya özenip ülke sınırlarını aşıp Malagaya kadar gittiler. Oraları feth ettiler. Malagaya gidenlerden bazıları gaza geldi. Köşe yazılarında amirlerine posta bile koydu. Yorumlarında yolarım yolarım diye millete fırçalar attı. Mesleğe yeni bir terim kazandırdı, feodaliteyi yıktı.
Bu şekildede dernekleri senelerdir idare eden erkekler ilk defa bir bayandan azar işittiler. Anadoludaki federasyonu kuran büyük bir adam. Ben koltuk meraklısı değilim deyip, günün birinde o zamanlar İstanbul’da bulunan bizim derneğimize federasyonu borçları ile devir ediverdi.
Bunu fark edenler memleketin bir çok yerine çil yavrusu gibi dağıldılar, küskün tavırları yapıp tüydüler. Olan yine biz garibanların derneği ne oldu.
Dede durdu soluklandı, sormadan söylenen kahvesinden bir fırt, sonrada yanında getirilen sudan uzun uzun içip içini serinletti. Lafına devam etti;
-Evlatlarım gün geldi, devran döndü. Durumun kötü gidişini anlayan bilir kişiler Optisyenin Sesi’ nde köşe yazılarına değişik yazılar yazmaya aman yandık bittik, derslik sayısıda çoğaldı, ne olacak bu milletin hali demeye başladılar. Halbuki perşembenin gelişi çarşambadan belliydi dedi, lafını bitirdi, kocamış kurt. Eli kalın sesini yumuşatan su bardağına gitti.
Seneler geçmişti, taşlar yerine oturmuş, su yolunu bulmuştu, yapılacak çokta bir şeyde kalmamıştı.
Devam etti,yaşlı kurt;
-Şimdi sizler soracaksınız, bu sektöre mesleğini, meslektaşını, meslektaşının geleceğini düşünen iyi bir adam gelmedi mi?
Gelmez mi? Geldi tabi;
Yine Ankara da bir Hoca, bir duayen vardı. Anası yok, babası yok. Tam bir Yetim. Kendini yırttı durdu.Kimsesiz ya, tek derdi mesleğiydi. Onunda hataları oldu, olmadı değil ama yinede hep mesleği için savaştı. Herkesle kötü oldu, canıyla dahi, sebep hep gönül verdiği mesleğiydi, savaştı durdu. Bazıları sinirli bulurdu, iyi adamdı aslında, İsmail’e göre tam kocamış kurttu. O göçüp gidince meslek sahipsiz ve yetim kaldı. Bana kalsa Ankara’nın Dikmen’ine heykeli dikilmeliydi.
Sonra birde hayırlı kardeşler vardı. Abi hayırlı emekliydi fakat aklı meslekte kalmıştı. Oltasını, takımını bıraktı, taaaaa Datça’lardan İstanbul’a gelip meydan savaşlarına katıldı, sonuç nafileydi. Eski kankaları bile ona cephe almışlardı, nerede ise kilometrelerce uzakta olduğu halde mesleğin başına gelenlerin sorumlusu sensin diyeceklerdi.
Kankalarının içinde facebook sayfasında hem Atatürk’ü, hemde nasıl olacaksa iktidarı beğenen sözde sosyal demokrat olanlar bile vardı. Kardeş hayırlı ise mesleğe başkan dahi oldu. Hastalandığı bir gün kurulan tuzakla habersizce görevden alındı. Onun sayfası da böylece kapandı. Bence Küçük hayırlı mesleğin son şansıydı, uğuruydu. Güzel projeleri vardı, tabi anlayana ve işine gelene. Meslek onlardan sonra hayırsız ve yetim kalmıştı.
Yaşlı kurt susmuştu ki, en büyük torun İsmail lafa karıştı;
-Biz daha ölmedik dede uygun görürlerse mesleğimiz için her göreve hazırız. Yeter ki görev verilsin.
İsmail geçte olsa olan biteni idrak etmişti. Bakalım bundan sonra neler olacaktı? Gözlükçülük mesleğinin geleceği nelere gebeydi? İzleyip göreceğiz hep beraber.
Yazının devamı gelecekte..
Meslektaşlarıma hayırlı işler, bol bereketli günler dilerim.
Kalın sağlıcakla
Levent Akagündüz
ÜNİVERSAL GÖZLÜK SAAT OPTİK ÜRÜNLERİ SANAYİ VE TİCARET AŞ’YE...
Optik ve gözlük sektörünün uluslararası ölçekteki en önemli ...
Antakya Yayladağı’nda öğrencilere Beta Optik tarafından ücre...
Türkiye’ nin optik dijital dergisi, Tüm cihazlarda erişilebi...
"Mal ve Hizmetlere Uygulanacak Katma Değer Vergisi Oranların...
Kurum ile Bankaların protokolleri sona erdiği için artık ban...
Thélios azınlık hissesi planlarken, kalan hisseler kreatif d...
Sağlık Bakan Yardımcısı Doç. Dr. Şuayip Birinci, yapılan bir...
Nemrut taş heykellerinden birine sanal ortamda giydirdiğimiz...
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Büyük Önder Mustafa Kemal A...