
Gözlüğün Osmanlı’ya Yolculuğu 1286 İtalya’dan İstanbul Saraylarına
Avrupa’da Başlayan Serüven
Gözlüğün icadı, 13. yüzyılın sonlarında İtalya’nın Pisa veya Floransa kentlerinde gerçekleşti. 1286 yılı civarında ilk konveks mercekli gözlükler, yakını göremeyenler için üretildi. O dönem yalnızca din adamları, bilim insanları ve tüccarlar gözlük kullanabiliyordu. Matbaanın yaygınlaşmasıyla birlikte gözlük Avrupa’da hızla yayıldı.
İlk gözlükler, Pisa veya Floransa civarında ortaya çıkan optik deneyimler ve cam işçiliğinin gelişimiyle doğdu. Başlangıçta basit konveks merceklerden oluşan bu cihazlar, yakın görme bozukluğu çeken kişiler için bir devrimdi. Avrupa’da matbaanın yayılmasıyla birlikte yazılı kültürün yaygınlaşması, gözlük talebini artırdı; kâtipler, bilim insanları ve din adamları bu aletleri hem işlerini kolaylaştırmak hem de bilgiye daha uzun süre odaklanabilmek için kullandılar.
Zaman içinde mercek ve çerçeve teknolojisinde ilerlemeler görüldü; daha sağlam çerçeveler, farklı cam tipleri ve daha iyi optik doğruluk sağlandı. Gözlükler artık sadece pratik bir araç değil, aynı zamanda statü ve zanaatkârlığın bir göstergesi halini aldı.
Osmanlı’ya İlk Adımlar
Gözlüğün Osmanlı coğrafyasında görülmesi 16. yüzyıla, Kanuni Sultan Süleyman dönemine rastlıyor. Avrupa ile diplomatik ve ticari ilişkiler sayesinde İstanbul’a gelen tüccarlar, hekimler ve seyyahlar gözlüğü de beraberlerinde getirdiler. İlk başta pahalı ve nadir bir eşya olan gözlük, daha çok saray çevresinde, hekimler ve kâtipler arasında kullanılıyordu.
Avrupa’dan gelen diplomatik heyetler, tıp ve ilim alanındaki gelişmeleri ve yeni teknolojileri İstanbul’a taşıdılar. Bu aktarım, sadece nesnelerin taşınması değil bilgi, uygulama ve zanaatkâr geleneğinin de aktarılması anlamına geliyordu. Gözlükler genellikle değerli metallerle süslü, özenle saklanan eşyalar olarak kabul edildi; özellikle saray çevresinde ve üst düzey bürokraside görünürlük kazandılar.
16. yüzyılda Kanuni dönemiyle birlikte gözlükler İstanbul’a gelmiş ve saray ile üst düzey bürokraside tanınmıştı; ilk aşamada hekimler ve kâtipler arasında yaygınlaştı.
Seyahatname’de İzler
Evliya Çelebi’nin 17. yüzyılda yazdığı Seyahatname’de, gözlük kullanan kâtiplerden söz edilir. Bu, Osmanlı’da gözlüğün yalnızca varlığını değil, aynı zamanda yazı ve büro işlerinde pratik bir araç olarak benimsendiğini gösteriyor.
Evliya Çelebi gibi seyyahların gözlemleri, dönemin günlük hayatına dair değerli bilgiler sağlar. Seyahatname’deki betimlemeler, gözlüğün büro işlerinde nasıl kullanıldığını, hangi sınıfların erişebildiğini ve toplumsal algısını anlamada araştırmacılara ipuçları verir.
Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde bahsedilen “gözlük kullanan kâtipler”, gözlüğün Osmanlı bürokrasisinde pratik bir iş aracı olarak kabul edildiğini belgeleyen önemli bir kaynaktır.
Minyatürlerde Gözlük
17. yüzyıldan itibaren Osmanlı minyatürlerinde ve gravürlerinde gözlük takan kişiler görülmeye başlandı. Bu görsel belgeler, gözlüğün artık yalnızca saray çevresinde değil; sanat, edebiyat ve günlük yaşamda da görünür olmaya başladığını gösterir.
Minyatür sanatçıları, toplumsal sahneleri betimlerken kılık-kıyafet, meslek ve toplum hiyerarşisini de işler. Gözlüklü figürlerin minyatürlerde yer alması, bu nesnenin toplumsal kabulünün ve görünürlüğünün arttığını gösteren güçlü bir göstergedir.
19. Yüzyılda Meslekleşme
1800’lere gelindiğinde ise gözlük artık İstanbul’da yalnızca Avrupa’dan getirilen bir eşya olmaktan çıkmıştı. Beyoğlu’nda açılan dükkânlarla birlikte Osmanlı’da ilk gözlükçüler (optisyenler) ortaya çıktı. Bu dönemde gözlük, sadece devlet adamları veya ulema değil, halk arasında da erişilebilir hale geldi.
Sanayi devrimi ve modernleşme süreçleri, hem üretim tekniklerinde hem de dağıtım kanallarında değişiklikler getirdi. Avrupalı ustaların ve makinalaşmanın etkisiyle gözlük camları, çerçeveler ve ölçüm yöntemleri gelişti; bu da fiyatların düşmesine ve erişimin genişlemesine katkı sağladı.
19. yüzyılda Beyoğlu, İstanbul’un gözlükçülük merkezi hâline geldi; yerli gözlükçüler ortaya çıktı ve gözlük artık orta sınıf arasında da yaygınlaştı.
Osmanlı’da Gözlük Kullanımının Başlangıcı (Kronoloji)
14.–15. yüzyıllar
Avrupa’da gözlük yapımı hızla yayılırken, Osmanlı’da henüz bilinmiyor.
16. yüzyıl (Kanuni dönemi)
Avrupa’dan getirilen gözlüklerin ilk kez İstanbul’da kullanıldığı biliniyor. Özellikle diplomatlar, tüccarlar ve yabancı hekimler aracılığıyla saraya ve İstanbul halkına tanıtıldığı düşünülüyor.
O dönemde gözlükler sınırlı sayıda olduğundan çoğunlukla elit çevrelerde görülüyordu; ancak bu ilk girişler, ileride daha geniş bir toplumsal kabulün zeminini hazırladı.
17. yüzyıl
Osmanlı minyatürlerinde ve gravürlerinde gözlüklü kişiler görülmeye başlanıyor. Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde de “gözlük kullanan kâtipler”den bahsedildiği biliniyor.
18. yüzyıl
Avrupa ile ticaret artınca, gözlükler daha çok hekimler, ulema ve kâtipler tarafından kullanılmaya başlandı.
19. yüzyıl
Osmanlı’da ilk yerli gözlükçüler (optisyenler) ortaya çıktı. Beyoğlu, İstanbul’un gözlükçülük merkezi oldu. Artık gözlük, sadece zenginler değil, orta sınıf arasında da yaygınlaşmaya başladı.
Bugünden Bakış
Gözlük, 13. yüzyılda Avrupa’da başlayan serüveninin üzerinden yaklaşık 250 yıl geçtikten sonra Osmanlı’ya girdi. Önce saray ve bürokrasi aracılığıyla tanındı, zamanla halka yayıldı. Bugün ise gözlük, yalnızca görme kusurlarını düzelten bir araç değil, aynı zamanda bir moda unsuru ve kültürel kimliğin parçası haline geldi.
Modern optik teknolojiler, göz sağlığı bilincinin artması ve tasarım endüstrisinin gelişmesiyle gözlükler hem medikal hem de estetik bir gereç olarak konumlandı. Tarihten gelen bu uzun yolculuk, gözlüğün bugün sahip olduğu çok katmanlı rolü anlamamıza yardımcı oluyor.
Gözlük, 1286’da İtalya’da icat edildikten yaklaşık 16. yüzyılda Osmanlı’ya geldi. 17. yüzyılda yazılı ve görsel kaynaklarda izleri görülürken, 19. yüzyılda meslekleşme ile birlikte kalıcı olarak Osmanlı gündelik hayatına yerleşti.