Rüzgârsız havada dönen fırıldağın mutlaka bir üfleyeni vardır.
25 Haziran 2021 - 15:56 'de eklendi.
CAHİLİN CESARETİ, BİLMENİN ERDEMİ KARŞISINDA NEDİR Kİ!
“İnsanoğlunun değeri bir kesirle ifade edilecek olursa;
payı gerçek kişiliğini gösterir,
paydası da kendisini ne zannettiğini.
Payda büyüdükçe kesrin değeri küçülür.1”
“İçim nefret ile dolu, öcümü alacağım.2” sözleriyle, İncil’e bir gönderme ile başlayan Tolstoy’un Anna Karenina’sı, Rus Edebiyatı Klasikleri arasındaki en iyi romanlardandır hiç kuşkusuz. Şahsen, yazılan en iyi eserlerden olduğunu da düşündüğüm roman, kendimce geniş bulduğum hayal gücümün, Tolstoy’un hayal gücü karşısında aciz kaldığını fark ettiğim eserdir aynı zamanda. Büyük yazarın, kanaatimce, kendisini farklılaştıran en belirgin özelliği ise, muhteşem bir vecize sanatkarı oluşudur.
Yazıldığı tarihten bu yana, binlerce insana ilham kaynağı olmuş, üzerine onlarca inceleme ve deneme yazılmış eser, Tolstoy’un hiçbir ışığı, hareketi, ruhsal dalgalanmayı, şüpheyi, gölgeyi kaçırmayan, inanılmayacak derecede incelikli, açık, kesin ve zekice bakışı sayesinde sayfalarını çevirdikçe okura, “Evet, hayat tam da böyle bir şey!” dedirtir.
Yazıma Anna Karenina ile başlamamın sebebi, aynı zamanda romanın bugünkü bilinirlik ve sevilirliğinin en önemli sebeplerinden biri olan, Tolstoy’un ustalık ile harmanladığı ve bu romanla okuyucuya eşsiz biçimde aktardığı “çelişki” kavramı. Nasıl ki Anna Karenina’da büyük çelişkiler muazzam bir harmoni içerisinde, bütünün bir parçası olarak okuyucuya aktarılmışsa, dikkatli bakıldığında, yaşadığımız dünyada da bu harmoniyi görmek mümkündür. İşte Anna Karenina’yı okurken “Evet, hayat tam da böyle bir şey!” demek için bir sebep daha!
Kadimden gelen, sayısız bilgin ve bilim insanı yetiştirmiş alemi cihan içerisinde, her ne kadar Tolstoy gibi erdem sahibi düşünürler var ise de bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olup bir de bunu marifet bilen insanlar da vardır. Tolstoy’un bize kusursuz bir şekilde aktardığı çelişki tam da bu değil de nedir! Bu bilmeden bilen (!) kişileri tanımlamak için bir isim bulmak dahi, onlara gereğinden daha büyük bir önem vermek demektir aslen. Ancak bu kişiler, günümüzde o denli yaygın ve de o denli her yanımızdalardır ki, bu konuda birkaç söz etmek, belki de aralarında ki birkaç aklı başında olanın olduğu yeri görmesi ve yol yakınken dönmesi için harcamaya değer bir çabadır.
Bilginin, tarih boyunca en erişilebilir durumda olduğu günümüzde, her yanımızın enformasyon ve bilgi kaynağı dolu olduğu su götürmez bir gerçek. Herhangi bir konu hakkında bilgi edinmek o kadar kolay ki artık! Bundan otuz yıl önce, günlerimizi alacak bir araştırmaya başlamadan önce, bir de günlerce hatta bazen aylarca araştıracağımız kaynakları aramak zorunda idik. Bugün, bu zorluğun ortadan kalkması ne büyük bir mutluluk ise de ne yazık ki bahis konusu bu bilmeden bilen kişilerin, bu denli yaygın olmasının nedeni de yine budur. Ancak unutulmamalıdır ki; bilgiyi paylaşmak kolaydır ama bunu sentezleyip üzerine düşünüp kendi düşüncelerinle ifade etmek oldukça yorucu ve zaman alıcıdır. Gözden çokça kaçan diğer bir husus da şudur ki; “bin bilip bir söylemek” ilkesi doğrultusunda düşündüğümüzde, herhangi bir konuda konuşmak için, o konuda birkaç internet sayfası ya da kitap karıştırmak katiyen yeterli değildir.
Bugün, bilgi erişiminin olağanüstü kolaylığına rağmen, birçok konuda yalnızca giriş seviyesinde bilgiye sahip olup da hiçbir konuda gerçek bir bilgi ve uzmanlığı olmayan kişilerle dolu etrafımız. Daha acısı ise, bu kişilerin, bir de kendilerini kültürlü, bilgili hatta ve hatta entelektüel olarak lanse etmeleri. Cahil olup da cehaletini fark etmeyen ya da etmek istemeyen, bir de her konuda ukalalık taslayan insanlar ne kadar da fazla!
Bu durumu asıl vahim kılan ise, bu kişilerin yalnızca günlük hayatta değil, televizyonda, sosyal platformlarda, her neviden kitle iletişim aracında, binlerce hatta milyonlarca kişiye sesini duyurabilecekleri her yerde karşımıza çıkmalarıdır. İnternet kullanımının TV izleyici sayısını geçtiği günümüzde, bu kişiler yalnızca TV programları ile de yetinmiyorlar! Ağızlarını açıp da ses çıkartabilecekleri her yerdeler.
Makam ve mevki hırsından arınamayan, “ne oldumculuktan” sıyrılamayan, bu kitlenin; illaki kıt bilgileriyle toplumu, özellikle çocukları ve bilgisiz halkı zehirlemesi lazımdır. Fitne ve fesat tohumları ekmeli ve kutuplaşma yaratmalıdırlar. Keza, cehaletinden sual olunmayan bu kişilerin, herhangi bir etik değere sahip olmamaları da kendi içlerinde son derece tutarlıdır. Belki de tutarlı olan tek yanlarıdır. İşte size bir çelişki daha!
Kolay kazanma arzuları, “ne söylesem dinlerler” mantığı ve dalkavukluk ile çeşitli mecralarda ve platformlarda toplum karşısına çıkıp bol keseden atan, söylediklerin kaynağı sorulduğunda ise soran kişiye çeşitli suçlamalar yönelterek cevap veremediklerini göstermekten acizce kaçınan bu kişilerin yarattığı büyük bir sorun da onların sözlerine inanan ve de inanmakla kalmayıp bu sözleri doğru imiş gibi başkalarına anlatıp adeta cehaleti yaygınlaştıranlardır. Yaptıkları yanlışın ve bu yanlışın toplumsal etkisinin farkında dahi olmayan bu kişilere ise Konfüçyüs’ün şu sözünü hatırlamak gerekir:
“Bildiğini bilenin, arkasından gidin.
Bildiğini bilmeyeni, uyarın!
Bilmediğini bilmeyenden kaçın!”
Dünyadan daha hızlı dönmekte olan bu kişiler, kahvehane havasında konuşma tarzlarıyla, doktordan daha doktor, hukukçudan daha hukukçu, askerden daha asker, mühendisten daha mühendis ve tabii ki kraldan çok kralcı olup kendilerini izleme ya da dinleme eziyetine ve gafletine düşmüş entelektüel birikime sahip, mesleğinde uzman, bilgiyi kedine ışık edinmiş kişiler için adeta bir sinir krizi sebebidirler.
İnsanlık için bir numaralı ibret örneği olan, her şeyden haberdar ve bu her şey her ne ise, hakkında yarı özgün fikirleri ve konuşabilme gücü olan, demagoji yapmak ve manipülasyon yaratmak tek yetenekleri olan bu kişiler, aynı zamanda sözel yalan makinalarıdır. Bu sözel yalan makinaları, bilginin en değerli hazine olduğunu yanlış anlamış, sağdan soldan derlediği yüzeysel bilgileri, karşısındakinin “Ne diyor bu?” ifadeli bakışlarını, kendi içerisinde kuvvetle muhtemel “Benim ne kadar zeki olduğumu düşünüyor herhalde.” şeklinde algılayan insan müsveddesi bir güruhtur.
Eğitimsiz olmaları, eğitilebilecek kapasitede olmamalarından kaynaklanan, rüzgâr nerden eserse o tarafa dönen, devr-i amber çiçeği kılıklı, aynı şeyleri durmaksızın tekrar eden, her konuyu bilen bu kişilerin, konunun gerçek uzmanları ile karşı karşıya geldiği anlarda gösterdikleri nedensiz cesaret “Bu kadar da olmaz!” dedirtse de onlar için şaşılacak bir şey yoktur!
Özellikle din, futbol, hukuk, tıp, askeriye ve siyaset alanlarında uzmanlaşmış bilim adamı havasıyla konuşan, ancak ne tuhaftır ki, konuştukları konuya ilişkin hiçbir yetkinlikleri de bulunmayan bu kişilerin çok sayıda örneğine rastlamak mümkündür. Her konu hakkında biraz bilgi sahibi olan ancak hiçbir şeyi tam anlamıyla bilmeyen bu tıynete sahip olan kişiler içerisinde, bir şekilde insanların hayatına etki edebilecek bir mevki ve makam sahibi olmuş olanlar da vardır ki, işte en tehlikeli olanları da bunlardır.
Bilir bilmezlik, malumatfuruşluk, her şeyden biraz bilmek ve bundan mütevellit hiçbir şeyi doyumuna, derinliğine bilememek, haddini bilmemek, enformasyon fıçısına dönmek, yüzey bilgiyle dolgulanmak, bilirkişi edalarıyla bilmezliğini faş etmek, bilgisizliğinin bilgisine karşı bilmez durumda olmak, kuru ve mesnetsiz cüretkarlık; bu kişilerin ayırt edici özelliklerinde başta gelir.
Sümerlerde “Piskos“, Antik Mısır’da “Rahip“, tek tanrılı dinlerde; rahip, piskopos, haham, imam adı altında ya da özellikle eski dönemlerde saray etrafında bazen de vezir olarak görev yapan; astronomi, mimarlık, tıp, çevre, sosyal düzen, hukuk, bilim, felsefe gibi birçok konuda bilgili ve özel yetkili, askerlikten, vergiden, sorgudan muaf olan çok yönlü binlerce bilgin gelip geçmiştir. Belki de geçmiş zamanın bilim adamları dediğimiz bu kişilere öykünmektedir, bu günümüzün bilgisiz entelektüelleri. Ancak, her konuda sözü geçen kişi olmak isteyen bu sözde entelektüellerin, eski zamanların bilginlerinin ve bilim insanlarının hayatlarını, eserlerini ve dünyaya katkılarını bir kez okumaları, kendilerindeki hadsiz cüreti anlamalarına yetecektir aslında. Ancak onlar, ne yazık, bilgiye ve de bilmeye karşıdırlar!
Bu kişiler için iyi bir eğitim almak, mesleğini iyi icra etmek, kendilerini geliştirmek önemsizdir. Keza genellikle diplomasız olurlar. Ancak buna rağmen, bir mimar mimarlığı, bir doktor doktorluğu, bir mühendis mühendisliği, bir hukukçu hukuku onlar kadar bilemez (!) Onlar ki; binlerce yıldır Yüce Yaratanın özel donanımlı yaratıklarıdır ve her şeyi bilenlerdir. Kendilerine karşı çıkanı bağıra bağıra herkese şikâyet eder ve Yaratana havale eder, Yaratana havale edilen mimar, doktor, mühendis, hukukçu kişiler, Yaratanın inayetiyle açlığa ve işsizliğe mahkûm olurlar. Halkın karşı karşıya kaldığı olumsuzluklar, kazalar, patlamalar, göçükler gibi her neviden felaketler ise ya kaderdir ya alın yazısıdır. Kendi kazanımları yolsuzluk, haksızlık, hırsızlık değil; “Yürü ya kulum!”, “Bal tutan parmağını yalar.”, “Yaratanın sevgili kulu.” dur, bir anlamda bunlar da alın yazısıdır!
İşin ironisi bir yana, bu bakış açısının bulaşıcı bir hastalık olduğu ve bir süre sonra “Ben daha çok kazanacağım!” hırsıyla ilerleme gösterdiği acı bir gerçektir. Çünkü bu kişiler, Yüce Yaratanın Kutsal Kur’an’da insana seslenişini unutmuşlardır: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Bu kişilerden korunmak amacıyla insanoğluna ihdas edilen akıl, kendini rahatsız eden şeyi geri püskürtmek için verilmiştir. Bu tür insanlardan sakınmak gerekir. Fazla maruz kalınması bünyede gereksiz gerginlik, psikolojik sapıtmalar ve özgüven eksikliğine sebep olabilir.
Unutulmamalıdır ki, rüzgârsız havada dönen fırıldağın mutlaka bir üfleyeni vardır. Bugün, yalan ve yanlışlarla insanları yönlendiren bu kişiler şunu akıllarından çıkarmamalıdırlar: “Gerçeklerin er geç ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır.” Bugün kendilerine inanan insanlar varsa da bilginin ve gerçeğin nihayet kazanacağı şüphesizdir.
Büyük yazar ve bilge Tolstoy ile açtığım ağzımı, yine onun, umut ve güzel günlere, bilim ve gerçeğe olan inancımızı yeşertecek başka bir sözü ile kapatmak isterim. “Mutluluk gerçeği aramaktır, bulmak değil.” der Tolstoy, bizim gibi bilginin ışığında gerçeği arayan tüm insanlara. O zaman aramaya devam, daima…
Suat ŞİMŞEK
Yazarın diğer yazılarını okumak için tıklayınız |
1-Lev Nikolayeviç Tolstoy
2-İncil, Dedi Rab-Romalılar, Xll, 19. satır
3-Kur’an-ı Kerim, Zümer Suresi 9. Ayet
4-Erdal İnönü
Optik ve gözlük sektörünün uluslararası ölçekteki en önemli ...
Antakya Yayladağı’nda öğrencilere Beta Optik tarafından ücre...
Türkiye’ nin optik dijital dergisi, Tüm cihazlarda erişilebi...
"Mal ve Hizmetlere Uygulanacak Katma Değer Vergisi Oranların...
Kurum ile Bankaların protokolleri sona erdiği için artık ban...
Thélios azınlık hissesi planlarken, kalan hisseler kreatif d...
Sağlık Bakan Yardımcısı Doç. Dr. Şuayip Birinci, yapılan bir...
Nemrut taş heykellerinden birine sanal ortamda giydirdiğimiz...
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Büyük Önder Mustafa Kemal A...
Kod8 Yazılım Teknolojilerinden Optik Mağazaları İçin Yeni Dö...